16 Aralık 2008 Salı

nerede o eski bayramlar


sevgili ve muhterem dostlar. bayağı bir vakit oldu ki yazamadım. gerçi, "ruhi bey bizi yazılarından mahrum bırakma!" diye nümayiş çıkacağı; efendime söyleyeyim, ikinci harbi umumi vakitlerindeki gibi ekmeğin karneye bağlanacağı da yok. ama, bizim aldığımız edep bu özrü zaruri kılıyor.

sizlerin de bildiği üzere geçtiğimiz günlerde kurban bayramını beraberce idrak ettik. eskiden olsa "mübarek" derdim, lakin , bir takım beyni sakallı taifesi bu güzel kelimeleri kullanmaktan imtina etmemize sebebiyet veriyorlar. bu topraklarda asırlardır süregelen güzel inanışları ve ananeleri inanınız derinden sakatlıyorlar. şimdi, sizlere böyle "cliche" kelimelerle, "ah efendim nerede o eski bayramlar" nostaljisi yapacak değilim. benim naçizane fikrim, hayır işlemek için kan akıtmayı tanrı'nın da istemeyeceğidir. o vakit, tanrının bize verdiği aklı da kullanarak hayırlı işler yapalım.

görüyorum bir takım cemiyetler, pek güzel, pek faideli gayretler içerisindeler.kimisi kız çocuklarımızın eğitimi için uğraşıyor, kimisi bütün tabii unsurlarına zarar verdiğimiz dünyamızı yeniden sağlığına kavuşturmak için cansiperane bir gayret içindeler. bu gibi cemiyetlere yardımcı olsak bir hayvancağızı boğazlamak yerine çok daha makbule geçer kanaatindeyim naçizane.

efendim, belki hatırlayacaksınız, ben de kendimce bir hayırseverlik yaparım maksadı ile burada yazmaya başlamıştım ki, barton evladımıza bir faidem dokunsun. bu evladımızın med-cezir ruhiyatına aklım erdiğince pusulalık edeyim.nerede efendim nerede!!! inanınız o zamandan beri tansiyon problemim daha da nüksetti. fatma hanım diyor ki "ruhi beyim sen rakını iç bi şicik demem artık yeminnen.yalnız aha bu barton mudur karton mudur herifle uğraşma gözünün yağını yiyeyim. vallaha göçüp gidecen vakitsizce ben de işsiz kalacam". tabii, fatma hanım'ın hayat ve ebediyet hususundaki bu tavrı pek realist. ama bizim fatma hanım tam bir anadoluludur.hissiyatı da aklı da siz gençlerin dediği gibi pek yalındır. nasıl denir, bir realisttir ve de öyle sağlam bir muhakeme zinciri kurar ki, inanınız koparması pek zordur. bir çok felsefeci dostumun fatma hanımla geçirdikleri birkaç saatten sonra, "bunlar boş işler yav" deyip, butik otel, tahta masalı cafe, sahaf, şarapevi ya da antikacı açtığını bilirim. ( halk arasında bunlara "yorgun entel mesleği de denir.)

neyse efendim, ruhi kulunuz yine daldan dala atlamış farkında olmadan.yaşlılık işte. sözün özüne döner isek bayramda adadaki eve kaçmıştım bir nebze kafamı dinleyeyim diye. karşıda sedefadası'na bakıyorum, bir şeyler okuyup uyukluyorum. yaşlı işi tatil işte ne olacak? bayram münasebetiyle vakt-i kerahati de erkene almış kendimce bayram kutluyorum.bayramın ikinci günü elinde bir şişe rakıyla kapıda kim belirse beğenirsiniz.evet, beğendiniz gibi barton evladım. sağolsun bayramımı tebrik etmeye beni ziyarete gelmiş.benim ilk başta pek sevindiğim bu ziyaret iki gün içinde bir dehşet filmine dönüştü. aziz kızım tanyayı o kadar iyi anlıyorum ki şimdi...

bir vakit sonra, adadaki iki günü de nakledeceğim sizlere. farkındayım"pehlivan tefrikası mı bu ne uzatıyorsun yazsana" diyorsunuz. lakin inanınız şu anda asabım pek fena durumda, halet-i ruhiyem yer ile yeksan. bir süre istirahat etmeden yazamayacağım o iki günü.

yalnız şunu söylemekle yetineyim, artık "nerede o eski bayramlar" diyorum.yani barton'u hayatıma dahil etme kararımdan önceki bayramlar...amma ben yine de görevim konusunda kararlıyım.bu barton evladımı ben sırat köprüsünden olmasa da hayat köprüsünden geçireceğim.gelgelelim köprüyü geçerken bu koçun sırtına değil, tahminimce eşek ruhi bendenizin sırtına binecek...


2 Aralık 2008 Salı

aşka analiz: beyhude bir gayret


efendim, inanınız pek derin bir hayret lakin hoş bir hayret içerisindeyim. sahiden de bu "blog" tesmiye edilen icat meğer ne faideli bir icatmış. en azından bu yaşından sonra kendince fikriyatını ve hissiyatını ifşa eden ruhi fakirinin de melalini anlayan oluyormuş. hem de hiç beklenmedik yerlerden.bakınız bir hanım kızımız taa kanadalardan yazmış sağolsun.bunlarla beraber pek genç dostlar da pek değerli fikirlerini yazmışlar.bu veçhile, "melali anlamayan nesle aşina değiliz" derken bir parça haksızlık ettiğimi de itiraf etmek boynumun borcu.

gelgelelim, melali asıl anlaması gereken barton evladımıza biz derdimizi anlatamamışız. takip edebildiğim kadarıyla kıymetli kardeşim ersin bey'i ve sevgili tanya kızım'ı gece üçlere kadar esir almış bizim kerata. efendim neymiş, aşkın analizini yapıyormuş. bu analizin pek tabii ki alkol eşliğinde yapıldığını anlayabilecek kadar da yaşı var ruhi amcanızın. a barton evladım, eski forsa gemilerinde zincire bağlı mahkumları kırbaçlayan zebellah adamlar bile senden daha insaflıydı yahu. bu dönemde esirlik müessesesi mi kaldı ki, esir tüccarı gibi davranıyorsun? eminim o saatte gözleri iyice japone olan tanya kızımız ya da pek sabırlı ersin bey bile, forsa gemisinde mahkum olmayı yeğ tutarlardı...

eskiden pek sevdiğim gırgır dergisinin sahifelerinde , meyhanede içen aşık adamlarla ilgili nüktelere pek sık rastlanırdı.lakin, bu tarz adamlar inanınız benim için bile artık demode. senin ne hakkın var evladım, insanların evini koltuk meyhanesine çevirmeye? yanlış anlaşılmasın işret bu kulun da sevdiği ve hakkı olan bir iştir.kederli iken de bize dost olabilir.ama efendim ne gerek var bu tarz alafrangalıklara? yok efendim analizmiş de, irdelemeymiş de...bak yine tansiyonum çıktı.kıymetli dostumun emaneti olmasa ben bilirdim ya yapacağımı, neyse...

efendim beni esas kızdıran, sanki kimse daha önce aşık olmamış da, aşkı bu barton keratası icat etmiş gibi davranıp, bir de bunları yazması. yahu evladım, kemalettin tuğcu bile daha neşeli şeyler yazıyordu- ki pek çok evladımızı da derin buhranlara garketmiştir rahmetli.

bak barton evladım.sana ruhi amcandan bir nasihat: böyle analizle efendime söyleyeyim bir takım alafranga fikir ve söz oyunlarıyla aşkın tabiatını anlayamazsın.aşkı analiz etmek hem aşka hem bu coğrafyaya mugayirdir benim güzel evladım.

amma, sadece şunu söylemek isterim ki, neşesi olmayan aşkın da aşk olduğunu ruhi amcana hiç anlatamazsın.

isterdim ki münasip bir vaktinde gelsen de ruhi amcanla iki kadeh içsen.ama yok yok, hemen unutayım ben bu lafımı.mazallah senin alafrangalıkla karışık hezeyanlarına laf yetiştirmeye çalışırken ne içtiğim rakıdan keyif alırım, ne de sohbetten.eminim ki tansiyonum fırlar.

bir de ruhi amcanın sebebi olma iyisi mi...


26 Kasım 2008 Çarşamba

yavrum, sana gül bahçesi vadeden mi oldu?


kıymetli okuyucu, böyle sanal günlük yazmak biraz deli işi. kim yazar, kim yazmaz bilemezsin. hele kim okur, kim okumaz hiç bilemezsin. mesela, az önce şu kompüterin başına geçtiğimde, bizim yeğen dedi ki "dayı senin mailin de mi var?" bak şimdi şu densize.var efendim meyilim, dereye doğru, tövbe estağfurullah.sonra da diyorlar ki "çok ilaç tüketiyoruz." hafazanallah böyle yeğenler oldukça, en azından tansiyon hapı satışlarının artacağı garanti.sanırsınız pfizer'in gönüllü ajanı kerata...

neyse, sinirlendim yine bak...

bana sorarsanız bu yeni nesil fazlaca küstah azizizim, sanıyorlar ki, teknoloji bir tek bunların yaş gruplarına ait bir hadisedir.bunlara kalsa biz hala flaş bellek görsek mertek sanırız.sen portakala gübreyken biz komodor kompütürlerle neler yapıyorduk efendi!!!

her neyse, zaman zaman gece uyuyamadığımda - fatma hanım yine kahvenin ayarını kaçırıp gözbebeklerimi patlattığı zamanlarda yani- bu sanal günlükleri geziyorum.pek keyifli şeylerle karşılaştığım gibi, pek vasat ve hatta beyin hücrelerine zararlı şeylerle de karşılaşmıyor değilim. be kadın banane senin yenilebilir iç çamaşırı koleksiyonundan değil mi ama? hayır gıda tüzüğüne uygun mudur, efendime söyleyeyim son kullanım tarihi geçmiş midir bunları yazmıyorsun.kimbilir kaç adamcağızın canına kastettin bu şeylerle onu hiç bilemiyoruz.uğur dündar bu kadının evini kameralarla bassa yeridir yani...

neyse efendim, uzatmayayım, bir gece yarısı yine sanal alemi seyreylerken "barton fink" müstearıyla yazan bir gence rast geldim.genç dediysem, bize göre genç tabii...müstearı peni alakadar etti, efendim, çünkü coen biraderlerin pek sevdiğim bir filminin kahramanıydı.bu merak hissiyatıyla, bir bakayım dedim.vallahi okudukça hem asabım bozuldu, hem de sinirlendim. yahu üstad münir nurettin'in en ağır şarkılarında bile daha az hüzün vardır! fakat bir yazıda farkettim ki, bu bartonfink, benim pek eski dostum ismail hakkı'nın oğlu.ne yalan söyleyeyim, kıymetli pederiyle ilgili yazdığı yazıda gözlerim nemlenmedi değil. hapiste beraber yattığım aziz dostumla geçirdiğimiz günler geldi aklıma.hey gidi gençlik! dünyayı değiştirecektik be ismail hakkı...

filhakika bu gencimizin hissiyat dünyasının pek hassas olduğunu gördüm görmesine de, kızdım da kendisine.yahu bunun pederi kadar hayatın tadını çıkaran adam tanımadım, keza validesi de pek neşeli, fıkır fıkır bir hanımdır.bu böyle nasıl olmuş, pek akıl sır erdiremedim. ama nihayetinde madem benim aziz dostumun hatırası ve mirasıdır; ona büyüğü olarak yol göstermek bu fakirin de hem hakkı hem vazifesidir. velhasıl, madem kelimelerle anlatıyor bu genç meramını; ben de kelimelerle yapayım vazifemi dedim.

bundan mütevellit ruhi fakir de yazacak, yazarak vazifesini yapacak. çünkü barton evladımın da günlüğünün başında yazdığı üzere "söz uçar, yazı kalır." bu bizim çocuğun kafasında ancak yazarak kalıyor herhalde. o zman, madem mektebi de seviyorsun kıymetli oğlum barton, ruhi amca'nın ilk dersi bir sual olacak sana:

ah benim güzel oğlum, sana gül bahçesi vadeden mi oldu?"...

bak şimdi vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor insan yazarken.vakt-i kerahat gelmiş, güneş rakı burcuna girmiş.fatma hanıım!!! rakımı koydun mu, hah güzel, biraz da topikle çiroz oldu mu tamamdır.

aziz okuyucu, kimsin neredesin bilmiyorum. ama hissiyatımı paylaştığın için teşekkür etmek de boynumun borcu.

ama şimdi ruhi kulunuz yeni rakı'ya ve müzeyyen senar'a borcunu ödeyecek...