26 Kasım 2008 Çarşamba

yavrum, sana gül bahçesi vadeden mi oldu?


kıymetli okuyucu, böyle sanal günlük yazmak biraz deli işi. kim yazar, kim yazmaz bilemezsin. hele kim okur, kim okumaz hiç bilemezsin. mesela, az önce şu kompüterin başına geçtiğimde, bizim yeğen dedi ki "dayı senin mailin de mi var?" bak şimdi şu densize.var efendim meyilim, dereye doğru, tövbe estağfurullah.sonra da diyorlar ki "çok ilaç tüketiyoruz." hafazanallah böyle yeğenler oldukça, en azından tansiyon hapı satışlarının artacağı garanti.sanırsınız pfizer'in gönüllü ajanı kerata...

neyse, sinirlendim yine bak...

bana sorarsanız bu yeni nesil fazlaca küstah azizizim, sanıyorlar ki, teknoloji bir tek bunların yaş gruplarına ait bir hadisedir.bunlara kalsa biz hala flaş bellek görsek mertek sanırız.sen portakala gübreyken biz komodor kompütürlerle neler yapıyorduk efendi!!!

her neyse, zaman zaman gece uyuyamadığımda - fatma hanım yine kahvenin ayarını kaçırıp gözbebeklerimi patlattığı zamanlarda yani- bu sanal günlükleri geziyorum.pek keyifli şeylerle karşılaştığım gibi, pek vasat ve hatta beyin hücrelerine zararlı şeylerle de karşılaşmıyor değilim. be kadın banane senin yenilebilir iç çamaşırı koleksiyonundan değil mi ama? hayır gıda tüzüğüne uygun mudur, efendime söyleyeyim son kullanım tarihi geçmiş midir bunları yazmıyorsun.kimbilir kaç adamcağızın canına kastettin bu şeylerle onu hiç bilemiyoruz.uğur dündar bu kadının evini kameralarla bassa yeridir yani...

neyse efendim, uzatmayayım, bir gece yarısı yine sanal alemi seyreylerken "barton fink" müstearıyla yazan bir gence rast geldim.genç dediysem, bize göre genç tabii...müstearı peni alakadar etti, efendim, çünkü coen biraderlerin pek sevdiğim bir filminin kahramanıydı.bu merak hissiyatıyla, bir bakayım dedim.vallahi okudukça hem asabım bozuldu, hem de sinirlendim. yahu üstad münir nurettin'in en ağır şarkılarında bile daha az hüzün vardır! fakat bir yazıda farkettim ki, bu bartonfink, benim pek eski dostum ismail hakkı'nın oğlu.ne yalan söyleyeyim, kıymetli pederiyle ilgili yazdığı yazıda gözlerim nemlenmedi değil. hapiste beraber yattığım aziz dostumla geçirdiğimiz günler geldi aklıma.hey gidi gençlik! dünyayı değiştirecektik be ismail hakkı...

filhakika bu gencimizin hissiyat dünyasının pek hassas olduğunu gördüm görmesine de, kızdım da kendisine.yahu bunun pederi kadar hayatın tadını çıkaran adam tanımadım, keza validesi de pek neşeli, fıkır fıkır bir hanımdır.bu böyle nasıl olmuş, pek akıl sır erdiremedim. ama nihayetinde madem benim aziz dostumun hatırası ve mirasıdır; ona büyüğü olarak yol göstermek bu fakirin de hem hakkı hem vazifesidir. velhasıl, madem kelimelerle anlatıyor bu genç meramını; ben de kelimelerle yapayım vazifemi dedim.

bundan mütevellit ruhi fakir de yazacak, yazarak vazifesini yapacak. çünkü barton evladımın da günlüğünün başında yazdığı üzere "söz uçar, yazı kalır." bu bizim çocuğun kafasında ancak yazarak kalıyor herhalde. o zman, madem mektebi de seviyorsun kıymetli oğlum barton, ruhi amca'nın ilk dersi bir sual olacak sana:

ah benim güzel oğlum, sana gül bahçesi vadeden mi oldu?"...

bak şimdi vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor insan yazarken.vakt-i kerahat gelmiş, güneş rakı burcuna girmiş.fatma hanıım!!! rakımı koydun mu, hah güzel, biraz da topikle çiroz oldu mu tamamdır.

aziz okuyucu, kimsin neredesin bilmiyorum. ama hissiyatımı paylaştığın için teşekkür etmek de boynumun borcu.

ama şimdi ruhi kulunuz yeni rakı'ya ve müzeyyen senar'a borcunu ödeyecek...